Türk Cumhuriyetleri’nin Kıbrıs Rum kesimini tanımaları ve büyükelçi görevlendirmeleri, medyada en çok tartışılan haberlerdendir. Maalesef! Konu art niyetli kişiler tarafından olabildiğince tahrik edilmektedir.
Öncelikle şunu belirtmeliyim: Suçu Türk devletlerine atarak, bu durumdan sıyrılmaya çalışmamalıyız. “Türk Birliği”ne zarar verecek paylaşımlardan, söz ve davranışlardan kaçınmalıyız. Ne kadar kızarsak kızalım, empati yapıp yaşananlara onlar açısından da bakmamız gerekir.
Bu devletler, henüz 34 yıldır bağımsızdırlar: Bu kısacık dönemde devlet organlarının oturması/ kurumlaşması için zaman lâzım. Bürokrasiye -Türk Birliğine inanmış- ehil ve liyakatli kişilerin getirilmesi lâzım. Devlet görevine getirilenler, risk alma ve çözme yeteneğine sahip ahlâklı kişilerden olması lâzım.
Biz bile ne badirelerden geçiyor ne sorunlar yaşıyoruz. Onların da bizim gibi etrafları düşmanla çevrili ve kendilerince tedbir almak zorundalar.
Devlet yönetiminde duygusallığa yer yoktur. Yöneticilerimizin akılla, zekayla, sağduyu ve öngörü ile olaylara yaklaşmaları gerekir. Devletlerimiz, ancak o zaman güçlü olabilir.
Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) kurulduğundan beri, esas görevin Türkiye’ye düştüğünü anlatmaya çalışıyorum. O sebeple şu soruyu sormak gerekiyor: Türkiye olarak bu ülkeler için neler yaptık?..
Medyayı takip ediyorum: Yazılanları okudukça -dışardaki düşmanlar değil- içerdeki düşmanlar beni daha çok üzüyor. Maalesef! Bu durumdan memnun olanlar var. Bunlar, Türklükten nasibini almamış liberal, aşırı sol ve dinci kesimlerdir. Büyük oranda da Türk kimliğine düşman olanlardır. Millî (ulusal) olamadıkları için “millî meseleler”e de ideolojik bakmaktadırlar.
Yaşananların altında enerji kaynaklarının paylaşımı kavgası var: ABD’si, Rusya’sı, Çin’i, AB’si, “bundan nasıl faydalanırız” derdindeler. Bu enerji kaynaklarını ele geçirme, ucuza sağlama ve kullanma mücadelesi veriyorlar.
Bunları düşünürken; Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı rahmetli Prof.Dr. Turan Yazgan’ın, 30 Nisan 2006 tarihinde Burdur Öğretmenevi’nde verdiği “Türk Dünyası” konulu konferans kitapçığı elime geçti (Milli düşünce Merkezi yayını, no:7, Kasım-2014). Kısa sürede okudum ve gördüm ki, hoca bu yaşananları ta o tarihlerde anlatmaya çalışmış.
Tabii bizim yöneticilerimiz her şeyi çok iyi bildiklerinden(!) okumak, öğrenmek ve tedbir almak ihtiyacı duymuyorlar.
Turan Hoca, “Türk dünyasını anlatırken elbette kendi ihtisasım çevresinde, daha çok ‘iktisadi’ yönüyle meseleyi ele almak istiyorum. Çünkü ben bir iktisatçıyım.” dedikten sonra,
(s.3) …dünya kurulduğundan beri savaşlar devam eder. Asıl sebebi Allah’ın dünyaya kıymetli maddeleri, eşit dağıtmamış olmasıdır. Dünya üretimle refaha ve huzura kavuşur. Üretim için zamana göre, insanoğlunun geliştirdiği teknolojik seviyeye göre bazı maddeler vardır ki ‘olmazsa olmaz’. Yani o maddeleri elde edemeyen ülkeler üretim yapamaz veya o maddeleri diğer ülkelere göre pahalı elde eden ülkeler, rekabet yapamaz. Dolayısıyla, bu maddeler dünyadaki huzurun ve refahın başlıca göstergesini teşkil eder.
‘Makineli dönem’ dediğimiz 17.asra kadar dünyanın kritik maddesi daha çok baharattır. ‘Baharat’ tabii tuz biber manasına değil, ‘kimyevi madde’ manasına baharattır. İnsanoğlunun… üretebildiği mamuller, mallar için ‘baharat’ dediğimiz maddelere ihtiyaç vardır. Mesela, ayakkabı yapıyorsunuz, derinin, köselenin işlenmesi, boyanması, yumuşatılması için ‘baharat’ lazım. Masa yapıyorsunuz, korunması, yapıştırılması için ‘baharat’ lazım. Yani kimyevi madde dediğimiz maddelere ulaşmak lazım. İşte bu makinesiz dünyada, bu maddeleri hangi devlet kontrol ediyorsa, hiç şüphe yoktur ki o devlet dünyaya hâkim olacaktır. Bu maddeler, o dönemde daha çok Hindistan’da ve Güneydoğu Asya’da bulunmaktadır… O halde Hindistan’dan ve Güneydoğu Asya’dan gelecek olan baharatı hangi ülke kontrol edecekse o ülke zengin olacak, bol üretim yapacak…
…makineli döneme geçildikten sonra, ‘kritik madde’ değişiyor. Baharat yerine ‘enerji maddeleri’ geçiyor: Petrol, gaz gibi. …sahip olmak yeterli değil, bu kritik maddeleri kim kontrol edebiliyorsa o dünyaya hâkim… olmaktadır. Şimdi bu iki yönden baktığımız zaman, Türk Dünyasının manasını, iktisadi manasını, çok iyi anlayabiliriz. (s.4-5)
Bir zamanlar ‘kritik maddeyi’ yeryüzünde Türkler kontrol ediyordu. Hindistan’dan veya Güneydoğu Asya’dan kalkan baharat, ipek, kürk… ‘İpek veya Kürk Yolu’ndan bahsederler, asıl nakledilen baharat olduğu için adı baharat yoludur…. Bu yolu elde edebilmek için, Selçuklular zamanından itibaren dünyada, akıl almaz derecede ileri, akılcı ve makul bir politika uygulamışızdır. Atalarımız, bu kervanların geçtiği yolları, evvela orduyla kontrol altına almışlardır… Ayrıca bu yollar üstünde her 25 km.de bir ‘kervansaraylar’ yapmışlardır. Kervansaraylarda… (satıcılar) mallarını serbest piyasa şartlarına göre pazarlarlar… Alıcılar ve o dönemin ustaları… kendine lazım olanı satın alır. (Kervansaray’da) yeme-içme, yatma-kalkma, dinlenme, her şey parasızdır: Devlet veya vakıflar masrafları karşılar. (s.6)
…kervansaray daha emniyetlidir, konforludur, lükstür… Buralarda bölgelere göre mütehassıs doktor bulunur. …asıl önemli olan devlet bunlara mal ve can (güvenliği) sigortası yapmıştır. Yani yeryüzüne ‘ilk sigortayı’ da atalarımız bu yolları işletme maksadıyla …icat ve tatbik etmişlerdir.
Böylece, bütün kervanlar Türkiye üzerinden geçmeyi akılcı, ekonomik ve emniyetli bulmuşlar ve Türk ustaları da alabildiğine hammaddeye, kritik maddeye sahip olmuşlardır… Ancak zaman zaman bu yolun doğumuzda bulunan Türk devletleri tarafından kesildiğini biliyoruz…
Onun için Fatih, Yavuz, Kanuni ve IV.Murat döneminde, 17.asra kadar… Doğu Türk Devleti ile Batı Türk Devleti arasında rekabet sebebiyle kardeş savaşlarına sahne olmuştur. Bu savaşlar, bizim tarihlerin yazdığı gibi asla ve kesin olarak mezhep savaşı değildir. (s.7-8)
Bir kere Türkler hiçbir zaman, tarihlerinin hiçbir döneminde din savaşı yapmamıştır.
…O yolu açmak zorundaydı Türk devleti ve daima açmıştır; açık tutmayı başarmıştır.
Bu yol, baharat eğer kuzeyden kaçmaya başlarsa, Türklere görünmeden; yani Selçuklu Devleti’ne veya Osmanlı Devleti’ne görünmeden. O takdirde gene devletin büyük kaybı olacaktır. Ustaların elde ettiği baharat imkânı azalacaktır; üretim azalacak veya pahalanacaktır. Onun için Fatih Sultan Mehmet Han …Kırım’a Türk Bayrağını dikmiştir…
Aynı kaçış güneyden…, Arap yarımadasını deniz yoluyla atlayarak İskenderiye üzerinden Akdeniz yoluyla başlayınca Yavuz Sultan Selim Han çölleri aşarak gider -orada da bir Türk devleti vardır- onu ortadan kaldırır… (Kırım) Giray Hanına verdiği vazife gibi, Mısır valisine de kervanların emniyetle geçişi, mallarını pazarlamaları, yani ihracı ve %9 vergi alma görevi verir. (s.9-10)
Sonuç şudur: Türk ustaları dünyanın en bol kritik maddesine sahip olan imtiyazlı ustalardır. Özellikle Batıdaki ustalara göre …kesiksiz ve en ucuz ham maddeye sahip olan ustalardır. Ve ayrıca Türk Devleti de …baharat ihracından elde ettiği vergi geliri ile hazinesinin dörtte birini sağlar. (s.11)”
Devam edeceğiz…