Türk Tarih Birliği-1

Prof.Dr.Ahmet Bican ERCİLASUN “Tarihe nasıl bakmalıyız?” başlıkla yazısında (22/09/2019, Yeniçağ); Hiçbir millet tarihinden kaçamaz, geçmişini inkâr edemez. Geçmişte yaşananlar, iyisiyle kötüsüyle, bir milletin tarihini oluşturur. Bu, biz Türkler için de böyledir.

Geçmişte Türk boyları, çeşitli Türk grupları farklı hanedanlar oluşturmuş, farklı devletler kurmuş ve birbirlerine girmiş olabilirler. Bunların hepsinin Türk olduğunu ve dolayısıyla her birinin ayrı ayrı yaşadıklarının da bizim tarihimizi oluşturduğunu unutmamak gerekir…

Bugünkü Türk Dünyası’nı bir bütün kabul ediyorsak, bu dünyanın her köşesinde yaşayan insanların geçmişlerini de kabul etmek, hepsinin tarihini Türk tarihinin parçası saymak zorundayız…

Tarihteki olaylara bugünün gözüyle, bugünün anlayışıyla da bakmamak gerekir. Bugün için hoş görülmeyen bazı davranışlar tarihin belli dönemlerinde tabii karşılanan davranışlardı… Elbette bilim adamları, araştırıcılar, haklıyı haksızı tahlil edecek yorumlar yapabilirler. Ancak inkâr ve reddetmek, haksız olduğuna karar verilenleri millet tarihinden çıkarmak olmaz.

…Aslında Türkler, Sakalardan ve Hunlardan bugünkü cumhuriyetlere ulaşan muhteşem bir tarihe sahiptirler.” demektedir.

Prof.Dr.İlber ORTAYLI, “Türklerin tarihi Orta Asya’nın bozkırlarından Avrupa’nın kapılarına” (Kronik Yayınları, Ekim 2023, İstanbul, 8.baskı) adlı söyleşide; “Türkler olmadan bir dünya tarihini yazmak mümkün değildir. (s.14)

…Daha önce Peçenekler gibi Hristiyan-Türk kavimler Anadolu’ya yerleşmiştir… Demek ki Anadolu, esas itibariyle 11.asır sonlarından itibaren ve 12.asır boyunca Türkleşmiştir. Papalık arşivleri; 1135’ten beri çok düzenli ve zengin bir şekilde tutulmaktadır… (s.16-17)

‘Anatolia’ bilindiği gibi Yunanca’da ‘doğu’ anlamına gelir. Küçük Asya’da, yine Yunanların tabiriyle Büyük Asya’nın bir uzantısı manasındadır… ‘Balkan’ ismi de Türklerden gelen coğrafî bir tabirdir… (s.18-19)

(Türkiye) …Aslında ülkemizin böyle adlandırılması, tuhaftır ki bizim dedelerimizin değil, bu ülkeyi başlangıçtan beri çok iyi tanıyan İtalyanların işidir. Bizim dedelerimiz buraya ‘İklim-i Rûm’ derlerdi. Onların siyasi hedef ve misyonları Roma İmparatorluğu’nu ele geçirmekti. Anadolu toprağındaki Roma’yı, yani Garplıların sonradan ‘Bizans’ dedikleri imparatorluğu ele geçirmeye başlamakla elhak bu yolda da ilerlediler. Onların ‘Rûm-Roma’ dedikleri yere, İtalyanlar ‘Turchia’ veya ‘Turchomania’ derlerdi. Bütün orta zaman Alman seyyahları ‘Turkei, Türkenland’ veya Fransızlar ‘Turquie’ derlerdi. 16.asırda İngilizce seyahatname kaleme alan Nicolas de Nicolay ise ‘Turkie’ diyor, dikkat ederseniz bizim bugünkü söyleyişimize oldukça yakın… (s.19)

Türkiye konusunda asıl tartışılacak ve rahatsız edici manasızlık burada işte; bazı kişilerin uydurduğu ‘Türkiyeli’, ‘Türkiyelilik’ gibi deyimler! Bazı safdiller veya herkesi bir şey bilmiyor zanneden tipler; ‘Efendim ne var bunda, Amerikalı oluyor da Türkiyeli niye olmasın?’ diyorlar. Amerika, …kaptan Amerigo Vespucci’nin adından geliyor…. Türkiye ise içinde Türk adı taşıyor… ‘Türkiyeli’ ismi tercüme edilemez, içeriği bakımından bu kelimeyi teklif edenlerin amacını da zaten karşılamaz… (s.21)

Türk kimliği ve şuuru; tarih kitabı okutarak, tarihî piyes seyrederek, tarihî film çekerek veya şiirle, müzikle oluşmuş değildir. (s.27)

Dünya Tarihinde Türklerin Yeri

Türkler tarihte her zaman varlar ama tarih yazımındaki yerleri o kadar kesin ve berrak değil. Tarihimizin tam tespiti için Çin kaynaklarına müracaat etmek gerekiyor ama o dil de bugünkü Çince değil. Erken dönem Çin kaynaklarında Türklerden bahsediliyor; bir Çinlinin Türk illerinden geçerken yazdığı seyahatname, birtakım yıllıklar… (s.48)

…Burada Mustafa Kemal Atatürk’ün neden Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi bir müessese kurdurduğu anlaşılıyor. Dünya tarihini gözden geçirme gibi Batı Avrupa’ya has bir merak, bir antropolojik yaklaşımdan çok; Türklerin geniş coğrafyadaki durumuna dair orijinal gözlemler yapma amacı var. Keza Sinoloji, Hindoloji bölümleri kuruluyor. Daha sonra başka bir metafor doğacaktı; herkes durumu Göç Teorisi’ne bağlayıp Sümerler ve Hititlerin Türk olduğunu söyleyerek onları araştırmaya başladı… (s.48)

…Türkler coğrafyada çok hareketli olduğu için her zaman dünya tarihi içindedirler. Türk kimliğini anlamanız için sadece etrafındaki bölgeyi değil, tüm dünyayı bilmeniz gerekiyor… (s.52)

Türkiye’nin yüzyıllar önce açılan tarih defteri henüz kapanmamıştır ve sık sık da görüyorsunuz ki bu defter kapanmaz. Onun için tarih bilmek; nereden geldiğinizi, nasıl yurt edindiğinizi öğrenmek zorundasınız. Nitekim sürekli önünüze söz konusu defteri çıkartacaklar ve bundan kaçma imkânı yoktur. (s.53)

Tarih zevk veren bir bilgi birikimidir. Kronoloji hiç sevmem demeyin, kronolojiyi sevdirecek mukayeseler vardır. Keza kronoloji sevmek için kronoloji ezberlenmez, onu ancak ehl-i hamâkat yapar… (s.54)

Kronolojiyi sevmek için ise senkronoloji yapmak zorundasınız. Senkronoloji nedir? Eş zamanlama; yani 395’te ne oluyor? Roma İmparatorluğu parçalanıyor, peki öbür tarafta ne oluyor? Sâsâniler İran’ında Orta Asya’da kim var? Türkler ve Göktürk İmparatorluğu var. Bizans’ta kim var? Herakles sülalesi İranlılarla kavga ediyorlar; onlar ortalığı alt üst ediyor ve arada Göktürk Yabgusu İstemi, Bizans’la temasa geçiyor. Biraz daha ilerlerseniz 622’de Hz. Muhammed hicret ediyor. Böyle bakmaya başladığı zaman o sıkıcı bulutların arkasındaki tarih, kapı komşunuz olmaya başlar. Çünkü bir yerden bir yakınlık bulursunuz ve size o sene içindeki geniş İslam fütuhatının hatırlatır. Hz. Ömer’in orduları, yani Peygamberimizin ölümünden iki yıl sonraki ordular nasıl oluyor da bir anda Suriye, Filistin, Mısır ve Irak’a girebiliyorlar? Dahası Bizans Roma’sını siliyorlar, oradan giderek İran’da Sâsânî İmparatorluğu’nu yıkıyorlar. Sâsânîlerin merkezleri bugünkü Irak’ta Medain’di (Ctesiphon)… (s.54-55)

…Herkes kendine inanacak ve sözlerini tekrarlayacak safdillerini bulur. Enteresandır ve doğrudur, hafızası olmayan toplumların nerelere gideceğinin, sürükleneceğinin, dahası neler yapabileceğinin hesabı olamaz. (s.55)

Küçük Asya denen kıtanın üzerinde Türk devletlerinin kuruluşunun hazmedilemediğini çok açık görürsünüz… (s.56)

…Atatürk, Türk tarihini bir cihan tarihi olarak düşündüğü için söz konusu tarihin bilinmesi gerektiğini düşünüyordu; yani Sinoloji, Hindoloji bileceksiniz, Persoloji, eski Farsça, Hindçe, Sanskritçe ve Çince kaynakları okuyacaksınız ki Türklerin tarihini inşa edebilesiniz. Hatta Sümerler Türk mü ya da değil mi, bunun için Asuroloji ve Sümeroloji bileceksiniz. Neyse ki daha önce de belirttiğim gibi, tesadüfen 1933 Nazi iktidarı dolayısıyla bu dalların da en iyi bilim adamlarının Türkiye’ye gelmesiyle söz konusu dallar akademik olarak kuruldu; lakin yoğunlukla devam ettiremedik, bunu söylemek gerekir. Bu ananeyi tekrar canlandırmamız, bir Rönesans yapmamız gerekiyor. (s.71)

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni kurmayı akıl eden Mustafa Kemal Atatürk, ilim adamı değil, bir mareşaldir ama dehasıyla bu ihtiyacı hissetmiştir. Ancak maalesef Atatürk’ün arkadaşları ve milletin çocukları bu yapılanmayı gereğince anlayamadı ve aynı hızda sürdüremediler.” (s.133)

Devam edeceğiz…

Scroll to Top