Genel olarak yazılarımda “Türk Birliği” üzerinde duruyorum ve birikimim ölçüsünde buna yönelik bir şeyler yazıyorum. Yazıları hazırlarken, çeşitli bilim ve düşünce insanlarımızın yazı, makale, kitaplarından yararlanmaya çalışıyorum.
Yakın zamanda Cenk Kıray’ın “İsmail Gaspıralı: Tarihten günümüze bir perspektif” başlıklı yazısını (Milli Düşünce Merkezi sitesi, 05/05/2025) okudum. Sadece birkaç paragrafı paylaşacağım ama sizlere tamamını okumanızı tavsiye ederim. Yazar: “Gaspıralı’nın milliyetçilik yaklaşımı, etnik temelli milliyetçilikten çok kültürel milliyetçiliğe dayanır. Ona göre, dil milletin temel taşıdır; dil birliği olmadan ortak bilinç ve toplumsal dayanışma mümkün değildir (Kuday, 2009). Bu bakış, Sosyal Kimlik Teorisi (Tajfel & Turner, 1979) ile uyumludur; dil, bireylerin sosyal gruplarına aidiyetini şekillendiren en önemli simgesel araçtır.
…İsmail Gaspıralı’nın dil ve milliyetçilik üzerine düşünceleri, Türk dünyasında kültürel entegrasyon ve ulus inşasında temel bir mihenk taşıdır. Dil birliği ve eğitim reformları, sosyolojik anlamda toplumsal bütünleşmenin, sosyal sermayenin ve kültürel kimliğin gelişmesini sağlamış; bu da ulusal bilincin güçlenmesine katkıda bulunmuştur. Günümüzde ise bu hareketler, coğrafi, politik ve kültürel zorluklarla karşılaşsa da Gaspıralı’nın mirası, Türk dünyasında ortak bir gelecek inşasında yaşatılmaya devam etmektedir.” demektedir.
Biliyorsunuz; bir ülkenin kalkınmasının en önemli ve temel unsuru ve hatta itici gücü eğitimdir. Bu sebeple, çocuklarımızı küçük yaştan itibaren eğitmeli ve yetiştirmeliyiz.
Prof.Dr.Ahmet Bican Ercilasun “İlk ve orta öğretim millî şuur verir” başlıklı yazısında (07/09/2011, Yeniçağ); “…Bütün çağdaş ülkelerde de, çağın gerisinde kalmış sayılan birçok ülkede de durum budur: İlk ve orta öğretim millî şuur verir. Birçoğu milliyetçilik, millî şuur gibi kavramları kullanmaz ama eğitim ve öğretim yoluyla çocuklarına millî şuuru mutlaka verir.
Millî şuur; dil, edebiyat, tarih ve kültürle ilgili derslerin müfredatı ile verilir. Hiçbir İngiliz, Alman, Fransız, Rus, Japon, Çinli, İranlı kendi tarihinin ana çizgilerini, önemli olaylarını ve başlıca kahramanlarını bilmeden lise mezunu olmaz… Çin, tarihini efsaneler devrinden başlatır;… Konfüçyüs’ü, Lao-tse’yi bilmeyen Çinli düşünülemez. Puşkin’i, Tolstoy’u, Dostoyevski’yi, Gorki’yi okumamış Rus düşünülemeyeceği gibi. Goethe’nin Faust’unu, Schiller’in şiirlerini, tiyatro eserlerini, Wilhelm Tell’ini bilmeden hiçbir Alman gimnazyum diploması alamaz. Fransız gençleri lise mezunu olmak için Moliére’i, Racine’i, Balzac’ı, Hugo’yu, Baudelaire’i bilmek, eserlerini okumuş olmak zorundadırlar. Aynı şekilde İngilizler de Chaucer’ı, Shakespeare’i, Dickens’ı bilmelidirler.
Liseyi Gümülcine’de bitirmiş Batı Trakyalı arkadaşımın İlyada’yı on dakikadan fazla ezbere okuduğunu ve Yunan liselerindeki çocukların buna mecbur olduklarını söylediğini çok iyi hatırlıyorum. İran’dan gelmiş Güney Azerbaycanlı öğrencilerim de Hâfız-ı Şîrâzî’nin birçok şiirini ezberden okuyorlar.
Azerbaycan aydınlarından, hem de Sovyet döneminde yetişmiş olanlarından Dede Korkut’u, Fuzuli’yi, Molla Penah Vâkıf’ı, Samed Vurgun’u çok dinledim. Özbek aydınlarından Nevayî’nin hayatını, eserlerini ve şiirlerini çok dinledim. Kazaklardan Abay’ı, Avezov’u; Kırgızlardan Manas’ı, Tatarlardan Abdullah Tukay’ı, Türkmenlerden Mahdumkulu’nu çok dinledim. Millî edebiyat öğretimini ne Leninizm engelledi ne de Maoizm. Ne liberalizm ne de İran’ın molla rejimi. Sadece Türkiye’de millî edebiyat, millî tarih, millî kültür öğretilmiyor…
‘Resmî tarih, dayatmacılık’ gibi sakız olmuş sözleri bırakın! Her ülkenin değişmeyen tarih ve edebiyat öğretimi var. Siz de onlar gibi bütün nesillerinize kendi efsanelerinizi, tarihinizi, edebiyatınızı öğreteceksiniz.
Bir bakıma bütün yazdıklarım boşuna. Çünkü dil, tarih ve edebiyat bir yana artık ilk ve orta öğretimde hiçbir şey öğretilmiyor. Her şey dershanelere terk edilmiş durumda. Dershaneler de sadece test çözdürüyorlar…
Hiçbir ülke örgün eğitimini, resmî okullarını itibarsızlaştırıp çocuklarını özel dershanelerin kucağına atmamıştır. Hele hiçbir ülke, kendi tarihini ‘resmî tarih’, kendi edebiyatını ‘dayatmacılık’ olarak niteleyenlere kulak verip çocuklarını dinî cemaatlerin elinde bulunan okullara teslim etmemiştir. Bu, çocukların beyinlerinin esir alınması ve devletin intiharı demektir. Türkiye’de olan da budur.
En kısa zamanda ve behemehal ilk ve orta öğretim yeniden düzenlenmeli, eski itibarına kavuşturulmalıdır. Vakıf, dernek vb. örgütlerce kurulan… hiçbir cemaat okuluna müsaade edilmemelidir. Bir üst basamağa geçmenin yolu, dershanelere değil, örgün eğitim okullarındaki başarıya bağlı olmalıdır. Hasılı, Millî Eğitim Bakanlığı, önce ‘millî’ olduğunu, sonra işinin, cemaatlere ve dershanelere yol açmak değil, ‘eğitim’ olduğunu, daha sonra da bir işletme değil ‘bakanlık’ olduğunu hatırlamalıdır… Onlar çocuklarına kendi dil, tarih, edebiyat ve kültürleri namına ne öğretiyorlarsa biz de aynısını öğretelim. Var mısınız çağdaş olmaya?” demektedir.
Prof.Dr.Esfender Korkmaz, “Eğitim, ideoloji ve popülizme kurban edildi” başlıklı yazısında ise (15/08/2024, Yeniçağ); “Yüksek öğretimde rektör atamaları da partileşti. Maalesef artık rektör atamaları liyakata göre değil, iktidara yakınlık veya ideolojik çizgi esasına göre yapılıyor.
Öte yandan siyasi iktidar, eğitimi ve özellikle yüksek öğretimi popülizm aracı yaptı.
Eğitimde iş gücü planlamasını kaldırdı. Oysaki, zorunlu eğitim sırasında ve sonrasında, özellikle yükseköğrenimde insan gücü planlaması yapılmalı ve ihtiyaca, piyasa talebine göre eğitim yapılmalıdır. İnsan gücü planlaması ülkenin ihtiyacına göre, piyasanın talebine göre, kalite ve vasıfta insan yetiştirmektir… İşsiz kalmış bir insana yapılan yatırım, âtıl bir yatırıma dönüşmüş olur. Bunun içindir ki eğitim planlaması siyasi ve ideolojik hedeflerden uzak tutulmalıdır.
Siyasi iktidarın eğitime ideolojik ve popülist uygulaması;
*Ülkede kaynak kaybına neden oldu. Gençler en verimli çağında işsiz kalınca, ortalama verimlilik düştü. Böylece açık öğretim için yapılan yatırımların büyük kısmı ve örgün eğitim için yapılan yatırımların da bir kısmı âtıl yatırım haline geldi.
*İdeolojik tabanlı eğitim ve işsizlik nedeni ile gençler Radikal düşüncelere ve guruplara katılıyor.
*Daha önemlisi, halkın vergileriyle eğitilen gençlerimiz, yurt dışına gidiyor…”
Prof.Dr.Ahmet Bican Ercilasun’un “Eğitim ve Bilim” başlıklı diğer bir yazısından (01/12/2013, Yeniçağ) bahsedeceğim: “Eğitim ve bilim alanlarındaki durum, ülkelerin gelişmişliğinin en önemli ölçütlerinden biridir…
Millî Eğitim Bakanlığı’nın birçok ülkede eğitim ataşe ve müşavirleri bulunmaktadır. Bu görevliler bulundukları ülkenin eğitim sistemlerini ayrıntılı raporlar hâlinde hazırlayabilirler, hazırlamalıdırlar. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. İleri ülkelere ait bu raporlara dayanarak ve tabii ülkemizin şartlarını da dikkate alarak eğitim sistemimizi ayarlayabiliriz. Bunun için elbette şu veya bu şekilde insan yetiştirmek gibi saplantılarımızın olmaması gerekir.
Türkiye dershanelerle uğraşadursun, ileri ülkeler seçici eğitim sistemleri sayesinde en yetenekli çocuklarını, en iyi üniversitelere ayırıp bilim adamı kaynağını daha baştan sağlam tutmakta, sonra da bilime en yüksek yatırımı yaparak dünyayı yönetmektedir. Türkiye ve benzeri ülkeler de ancak stratejik müttefik olarak onlardan gelecek talimatı beklemektedir.”
Devam edeceğiz…