Türk Birliği: Ortak Alfabe

Türk Dil Bayramı’nın 90.yıl dönümü olan 26 Eylül 2022’de Türk Dünyası’nın ortak alfabesinin hazırlanması için “Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonu” kurulmuştu.

Komisyon, 9-11 Eylül 2024 tarihleri arasında Bakü’de yaptığı 3.toplantısında, 34 harfli Ortak Türk Alfabesi’ni kabul etmiştir. Konuyla ilgili Türk Dil Kurumu (TDK) sitesinde yayınlanan açıklamayı kısaca paylaşmak istiyorum: “…ilk olarak 1991 yılında bilim insanları tarafından önerilen Latin tabanlı ‘Ortak Türk Alfabesi’ projesi kapsamlı bir şekilde gözden geçirildi. Komisyon detaylı tartışmalar yürüttü ve bu alfabe projesinde geliştirilmesi gereken hususlara ilişkin gerekli tespitleri yaptı.

Bu özverili çalışmanın neticesinde, 34 harften oluşan ‘Ortak Türk Alfabesi’ önerisi üzerinde uzlaşılmıştır. Her harf, Türk dillerinde bulunan farklı fonemleri temsil etmektedir.

Bu toplantının başarıyla sonuçlanması tarihî bir anı temsil etmektedir. ‘Ortak Türk Alfabesi’nin geliştirilmesi, Türk halkları arasında karşılıklı anlayış ve iş birliğini teşvik ederken, onların dilsel mirasını da korumaktadır…

İlgili tüm kurumlar, önerilen ‘Ortak Türk Alfabesi’nin uygulanmasını aktif bir şekilde desteklemeye davet edilmektedir.”

Açıklamada 1991 yılı geçmekle birlikte “Ortak Türk Alfabesi” çalışmaları çok daha eskilere dayanmaktadır. Yazımda bu çalışmaların tarihçesine girmek istiyorum.

Eğer bunları bilmezsek, art niyetli, şom ağızlı kişilerin yazdıklarına, konuştuklarına kanarız. Çünkü, Ortak Türk Alfabesi’nin kabulü ile birlikte yine bir dile ve harflerine “kutsallık!” atfederek kafa karıştırmaya çalışan gafiller, hainler meydana çıkmışlardır.

Önce Arslan Tekin’in “Bilâl N.Şimşir… Belgeleri konuşturan adam” başlıklı yazısından (25/11/2023, Yeniçağ) alıntıyla başlayacağım: “Bilâl N.Şimşir (1 Temmuz 1933-19 Kasım 2023), diplomattı, tarihçiydi. Diplomatlığını tarih araştırmalarında avantaja dönüştürmüş, görev aldığı hemen bütün ülkelerde, tarihimize dair belgeleri toplamış, 52 kitabı, 160 makalesiyle geleceğe ışık tutmuştur. Yayınında emeği olduğu kitap sayısı 250’yi bulur. Türk Tarih Kurumu’nun şeref üyesiydi…

Bilâl N.Şimşir, ‘Türk Yazı Devrimi’ adlı kitabının önsözünde; ‘…Tanzimat döneminde (1839) Türk alfabesi konusunda bir uyanış olduğu görülür. Arap yazısının Türk diline uymadığı, öğrenilmesi ve kullanılmasının zor olduğu anlaşılır. Bu yazının düzeltilmesi veya değiştirilmesi gerektiğini düşünmeye başlayanlar çıkar. Osmanlı aydınları arasında yazı tartışması başlar. Tartışmaya, Mirza Fethali Ahundzade gibi Azeri aydınlar da katılırlar. Arap yazısının hepten bırakılıp Latin yazısının alınmasını düşünenler olur. …rüştiyeler gibi yeni okullar açılır. Artık Türk çocuğuna Kur’an’dan ayetler ezberletmekle yetinilmez, okuyup yazma öğretilip çağdaş eğitim verilmek istenir. Arap yazısını öğretebilmenin ne kadar zor olduğu su yüzüne çıkar. Eğitimciler ister istemez yazı işine kafa yormaya başlarlar. Yine o dönemde Türk gazeteciliği de yavaş yavaş gelişir. Günlük gazete çıkarmak, zamanla yarışmayı ve okuyucuya sıcağı sıcağına haber yetiştirmeyi gerektirir. Karmaşık Arap yazısının ise dizgi işlerini yavaşlattığı ve dolayısıyla gazete çıkarmayı zorlaştırdığı görülür. Gazeteci aydınlar, Arap yazısında bazı düzeltmeler yaparak karşılaşılan teknik zorlukları azaltmayı denerler.

Dahası, çağdaş yaşam, Latin yazısının bir dünya yazısı durumuna geldiğini ve Arap yazısına üstün olduğunu gözler önüne serer. Osmanlılar çağdaş dünyaya ayak uydurmağa çabalarken Latin yazısını azar azar kullanmak durumunda kalırlar. Latin yazısı dünya ticaret yazısıdır ve dış ticarette kullanılmadan edilemez. Uluslararası ulaşımda, demir yollarında ve deniz yollarında çokçası Latin yazısı geçerlidir; deniz yolu, demir yolu Türkiye’ye bu yazıyı da getirir. Latin yazısı aynı zamanda dünya posta ve telgraf yazısıdır. Kırım savaşı sırasında, 1855 yılında telgraf telleri Avrupa’dan İstanbul’a ulaşır. Ama Arap harfleriyle Türkiye’den Avrupa’ya telgraf çekilemez. Dış dünyaya telgraf çekebilmek için Latin harflerini kullanmak gerekir. Avrupa’daki Osmanlı elçilikleri, İstanbul’a gönderdikleri telgraflarını Latin harfleriyle çekerler ve İstanbul’dan Latin harfleriyle karşılık alırlar. 1850’lerden Türk yazı devrimine kadarki 70 yıllık dönemde Osmanlı Dışişleri teşkilatının dış dünya ile telgraf yazışmaları hep Latin harfleriyle yapılmıştır. Bugün bütün dünya bilgisayar dilleri ve sistemlerinin Latin alfabesi üzerine kurulmuş olması gibi, o zamanlar da dünya telgraf yazışmaları Latin harfleriyle yapılıyordu. Yazı devriminden önceki yıllarda Atatürk’ün kendisi de dış ülkelere Latin harfleriyle resmî telgraflar göndermiştir. Kitapta bunlardan örnekler verilmektedir. Kısacası, Tanzimat’tan sonra Latin yazısının çeşitli yollarla Türkiye’ye sızmış ve Osmanlı Türklerinin sınırlı ölçüde de olsa bu yazıyı kullanmış oldukları görülür. Türkiye adeta iki yazılı bir ülke durumuna ve bir yol ayırımına gelmiş gibiydi.” demektedir.

Prof.Dr.Ahmet B.Ercilasun da “Alfabe konusu” başlıklı yazısında (25/11/2018, Yeniçağ); “Türk Dünyası’nın ortak bir alfabede birleşmesi, 20. yüzyıl boyunca Türk aydınlarını meşgul etmiş konulardan biridir. 1926’da Bakü’de toplanan Türkoloji Kurultayı’nda konu enine boyuna tartışılmış ve bütün Türklerin Latin alfabesine geçmesine karar verilmişti. O zamanki Türk Dünyası’nın çok önemli aydınları bu kurultaya katılmışlardı. Türkiye’yi de Fuat Köprülü ve Hüseyinzade Ali Bey temsil ediyordu.

Konuyu öteden beri düşünen Atatürk, Bakü Kurultayı’ndaki karar üzerine Latin alfabesine geçme işini hızlandırdı. Türkiye 1 Kasım 1928’de Latin esaslı yeni Türk alfabesini kabul etti. Sovyetlerdeki Türkler de birkaç yıl içinde ‘birleştirilmiş yeni elifba’ya geçtiler.

Ancak Sovyetlerdeki durum uzun sürmedi. 1937-1938 yıllarında ‘Represya’ denilen dönem başladı; on binlerce aydın öldürüldü ve sürgün edildi. Bakü Kurultayı’na katılan aydınların çoğu da öldürüldü. 1937-1941 arasında Sovyetler Birliği’ndeki Türklerin tamamı Kiril alfabesine geçirildi. Üstelik onlara kabul ettirilen bu alfabe ‘birleştirilmiş’ değildi, hepsinde farklıydı… (Yazının devamı haftaya)

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof.Dr.Turan Yazgan’ın, 2005 yılında Kocaeli’de Aydınlar Ocağı tarafından düzenlenen ‘1.Türk Dünyası Sosyologlar Kurultayı’nda yaptığı tarihi konuşmasındaki bazı ifadeleri şöyle; “Türk Dünyası dünyanın en büyük potansiyel gücüdür ama 18’inci yüzyıldan itibaren soyulmuş ve esir edilmiştir. 250 milyonluk bu dünya gücünün problemlerine sosyologlarımız çözüm getirmelidir. Bu yolda çalışırken, sadece kendi beyinlerine güvensinler, nakilden, kopyadan vazgeçsinler. Dünyaya bugünkü teknolojiyi getirenler, Türk beyinleridir. ABD’nin ve Sovyetlerin feza yarışında en çok katkısı olanlar Türk beyinleridir, bilgisayarı da Azerbaycanlı bir alim bulmuştur. Ama bu beyin gücü, Türk milletine hizmet etmiyor. Türk aydını da böyle; kendi dili ile konuşmuyor, kendi dili ile yazmıyor, kendi milletine ihanet içinde bulunuyor. Dünyada hiçbir milletin iki alfabesi yoktur ama Türkçe’nin 30 çeşit Kiril ve 7 çeşit Latin alfabesi vardır.” (Arslan Bulut, 06/05/2021, Yeniçağ)

Avrasya Eğitimcileri Derneği yöneticileri olarak bir İstanbul ziyaretimizde, ortak alfabe konusundaki çalışmaları rahmetli Turan Yazgan hocanın bizzat kendisinden dinlemiştik.

Haftaya devam…

Scroll to Top