Türk Millî Kültürü-1

Daha önce Prof.Dr. Mehmet ERÖZ’ün “Türk Kültürü Araştırmaları (Kutluğ Yayıncılık, 1977”adlı kitabından bahsetmiştim.

Esas konuya geçmeden, hocanın bundan 48 yıl önce -kitabın 126.sayfasında- yazdığı şu ifadesi dikkatimi çekmiştir: “Türkiye’de gelişecek, geliştirilecek milli kültürün, bütün Türk dünyasına yayılmasından sonra, ileride Türk birliği de meydana gelecektir.” Öngörüye bakar mısınız?..

Tabii ki, burada Atatürk’ü anmadan olmaz. Ta 1930’lu yıllarda, geçmişteki imparatorlukların yıkıldığı gibi bir gün SSCB’nin de yıkılacağını, Türk dünyası ile ve oradaki soydaşlarımızla bağlarımızı kopartmamak için millî kültürümüze, dilimize ve tarihimize önem vermemiz gerektiğini söylemesi önemlidir.

Eröz hocanın kitaba dönelim: “Orta Asya Türklerinde feodal beylikler ve serflik de yoktu. Uçsuz bucaksız meralarda ve kışlalarda herkes kendi mal ve mülkünün efendisi idi. Kara budun ile beğler arasındaki münasebetleri töre düzenliyordu. Bu münasebetler sınıf çatışması değil, birlik, dayanışma ve ahenk esasına dayanıyordu. Doğum, ölüm, av, bahar bayramı, çeşitli adaklar, …türlü vesilelerle kesilen kurbanlar, oymakların ve boyların bir araya gelmesine sebep olur ve ‘Yuğ (Yas)’da birleşir ve ‘Yuğ aşı’ yiyerek, tasaya ortak olurlar veya düğün, bayram, doğum şölenlerinde kımızlar içilir, Türkistan pilavı yenirdi. At yarışları, cirit oyunları, pehlivan güreşleri Türklerin kaynaşmasının yolları idi. Töre’ye göre, hangi boyların hangi mevkilere oturacağı ve kurbanın hangi parçalarını yiyeceği töre ile tesbit edilmişti. Buna ‘Orun ve Ölüş’ denmekteydi… (s.55)

Büyük Arap tarihçisi ve bazılarına göre dünyanın ilk sosyoloğu İbni Haldun’un deyimi ile ‘kabile asabiyetinin (ulus, boy, oymak dayanışma ve şuurunun), milli şuur ve tarih şuuru haline gelmesi, millet dediğimiz tabii, tarihi ve sosyolojik varlığın şekil almasına yol açabilir. Böyle bir tamamlanış, Gökalp’in deyimiyle ‘Harsın (milli kültürün), o cemiyetin bütün fert ve zümrelerince benimsenmesi ve yaşanması ile mümkün olur. Soyumuzun büyük devletler kurma ve milli hayat yaşama tecrübesine sahip bulunuşunu, milli kültürün yayılışını kolaylaştıracak ve milli birliğe gidişi hızlandıracak, Biz’e has kabiliyet ve hasletlerdir. Milli birliğin büyük adımları elbette, biricik müstakil Türk devletine sahip olan Türkiye’de atılacaktır. (s.114)

Çokluğu Oğuz (Türkmen) olmak üzere Kuman-Kıpçak, Kazak, Peçenek, Çiğil, Karluk gibi Türk ulusları Türkiye Türklüğünün soy temelini teşkil etmektedir. ‘Soy’dan, biyolojik ve antropolojik manadaki ‘ırk’ı değil, etnolojik ve sosyolojik anlamdaki ‘soy’u, tarihi ve içtimai menşe birliğini anlıyoruz. Bu husus Sadri Maksudi Arsal’ın, millet tarifinde iyice belirmektedir: ‘Millet, antropolojik manada ırk birliği ile birbirine bağlanmış fertlerin mecmuu olmaktan ziyade, MİLLİ RUH birliğile, müşterek tarih, müşterek kültür, müşterek maşeri ruh, milli seciye, lisan, örf ve âdet birliğile birbirine bağlanmış insanlar kitlesinden ibaret etnolojik ve psikolojik varlıktır’. Gökalp de aynı görüşle milleti şöyle tarif eder: ‘Millet, lisanen müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan harsî bir zümredir.’ …milletin tarihî ve içtimaî olduğu kadar, tabiî bir varlık olduğunu da belirtmiştik. (s.114-115)

Türk içtimai hayatını düzenleyen kaideler bütününü ifade eden ‘Töre’ kelimesi, Türk’lükle yaşıt olsa gerektir. Kelimeyi, ilk defa yazılı şekilde Orhun kitabelerinde görüyoruz… (s.130)

Divan-ı Lugati’t-Türk’te ‘Törü’ şeklinde geçmekte ve düzen, nizam, görenek, adet ve yaratılmak manalarına gelmektedir. Divan’da ‘Töre veya Tör’ kelimeleri evin, çadırın başköşesi, misafir yeri, sedir anlamlarına gelir. ‘Törüt veya Türüt’, yaratmak, bir şey takdir veya ıslah edilmek manalarını verir. ‘Törütti ve törütür’ kelimeleri de buradan çıkmıştır. Kaşgarlı Mahmud ‘Töre’ ile ilgili şu atasözünü naklediyor: ‘Küç elden kirse, törü tünglükten çıkar. Zor/zulüm elden (ülkeden, kapıdan) girerse, töre (nizam, insaf) bacadan çıkar)’. Diğer bir atasözü, Türklerin töreye ne derece bağlı olduklarını gösterir: ‘El kalır, törü kalmaz (el bırakılır, töre bırakılmaz)’. Ziya Gökalp, bunu şöyle açıklar: ‘Eski Türkler’e göre, vatan, töre’den, yani milli kültürden ibaretti. Kaşgarlı Mahmud’un lügatında zikredilen ülkeden geçilir, töreden geçilmez atasözü, milli kültüre verilen kıymet derecesini gösterir’. (s.131)

Osmanlı kaynaklarında da ‘Töre’yi görmekteyiz. Aşıkpaşazade kelimeden şöyle bahseder: ‘Türedür hanum! Ezelden kalmışdur’. Babur, ‘Vekayi’inde ‘Yasa’ ile töreyi aynı anlamda kullanmakta ve hem ‘Cengiz Yasası’ hem ‘Cengiz Töresi’ demektedir. Yasa kelimesi de Moğolca değil Türkçedir ve töre ile eş anlamlıdır… (s.133)

Lütfi Paşa Tarihinde, Osman Gazi’nin tahta geçiş merasimi şöyle anlatılır: ‘Oğuz resmince üç kere yükünüp baş koydular. Andan dürlü ballardan ve kımızlardan getirüb Osman Gazi’ye sağrak sındılar.’ Şükrullah Tarihinde, Osmanlıların sefer esnasında çalınan davulu ayakta dinlediklerini, bunun töre olduğunu şöyle anlatır: ‘Doksan üç yaşında idi. Er Tuğrul’un ölümü haberi Sultan Alaeddin’e erişince buyurdu. Er Tuğrul oğlu Osman’a yarlık yazdılar. Tuğ, davul, kılıç, kaftan gönderdi. Osman’ı savaşa memur kıldı. Sancak, kaftan ve davul gelince Osman Beğ ayağa kalktı. Padişahlık türesince davul çaldılar. Kutlu olsun dediler. O zaman oturdu. O çağdan beri Osman’ın türesidir: ne zaman seferde davul çalınsa Osmanoğulları ayakta dururlar… (s.137-138)’

Örf-adet, gelenek ve milli kültürü teşkil eden töre ve diğer ruhi, bedeni amiller gibi sosyolojik, psikolojik ve diğer tabii faktörler, milletlerin birbirinden bariz farklarla ayrılmasına sebep olan tesir edicilerdir. Bu bakımdan, milletlerin ayrı seviyeleri ve duyguları vardır. Milletlere mahsus olan bu karaktere, bu seciyeye, ‘milli seciye’ adı verilir. Durkheim, milli şuurun, maşeri vicdanın, çok ağır bir şekilde, asırlar boyu meydana geldiğini ve bir defa teşekkül ettikten sonra kolay kolay yıkılmadığını söyler… (s.174)”

Yılmaz Öztuna ise “Büyük Türkiye Tarihi” isimli eserinde; “Kültür, daima ve kesin şekilde millîdir… Her kültür, bir milletin hayatının maddi olmıyan taraflarının yekûnudur. Bir milletin bütün san’at faaliyetlerinin, örf ve adetlerinin, tefekkür ve inançlarının, telâkki ve davranışlarının toplamı, o milletin kültürüdür… Müsbet ilimler, fen ve teknik, milletlerarasıdır, kozmopolittir, millî kültür unsuru değildir. …Avrupalı, aslında kültür olan varlıklarını, medeniyet diye Doğu’ya yutturmak ve millî kültür emperyalizmi yoluyle Doğu’yu sömürmek yolunu tutmuştur. Halbuki medeniyet milletlerarası bir şeydir ve teknikten ibarettir…

Yeryüzünde bugün ve en geniş ölçüde mazide saf hiçbir ırk, kavim, millet ve dil olmadığı gibi, saf bir kültür de yoktur. Bu gerçek, kültürlerin tamamen ve yalnız millî olmaları ile çelişmez…

Milletlerin kültürleri arasında az veya çok ölçüde, fakat mutlaka kültür alışverişleri olur. Bu alışverişler durgun değildir. Devamlı hareket halindedir ve sonu gelmez. (c.10/s.437)

Haftaya devam…

Scroll to Top